Hatipoğlu'ndan Hakkı Devrim'e: Cahil /  (pressturk , 18.11.2011)
21.11.2011
                Kaynak
            TV8'de katıldığı bir programda Hz. Muhammed 'e (sav) hakaret eden Hakkı Devrim'e bir tepki de Nihat Hatipoğlu'ndan geldi.
m vermeden 'Hakkı Devrim'  	zihniyetini yerden yere vurdu.
   	 
  	İşte Hatipoğlu'nun "Yaşı kâmil, aklı zail, bakışı cahil" başlıklı o yazısı:
  	 
  	Yazının başlığından hareketle, yazının bir şahsı hedef aldığını sanmayın. Bu  	yazı bir şahsı veya şahısları değil, bir zihniyeti tartıyor.
  	 
  	Geçenlerde yaşı kemale ulaşmış deneyimli bir gazeteci, bir televizyon  	programında Peygamberimiz hakkında ağır ve çirkin bir söz söyledi. Gerçi bu  	sözü hakaret niyetiyle söylediğine inanmıyorum. Kastın bu olmadığını  	sanıyorum. Ama söz hem ağırdı, hem cahilceydi ve hem de ilmi delillerden  	yoksundu. Ezcümle şöyle diyordu: "Hz. Muhammed (s.a.v.) bir kabile reisiydi.  	Kur'an'ı Kerim ise Peygamber'in (s.a.v.) sözleriydi."
  	 
  	Gazeteci aşağı-yukarı bu minvalde talihsiz, boş ve yakışıksız sözler  	söyledi.
  	 
  	Bu bakış tarzı ne yazık ki oryantalist menşeli, materyalist ve vahiy bilmez  	bir anlayışın ürünüdür. Sakat, sakıt, cahil ve önyargılı bir anlayışın  	ürünü.
  	Elbette ki bu tespitler ve sözler doğru değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.);  	bir kabile reisi veya lideri olmadığı gibi, bütün hayatı boyunca kabile reis  	ve liderlerinin gadrine ve saldırılarına uğramış bir Peygamberdir. On üç  	yıllık Mekke hayatı boyunca, Ebu Cehil, Velid, Şeybe, Ümeyye, Utbe gibi  	Mekke'nin müşrik aristokratları, diktatörleri Hz. Peygamber'e (s.a.v.) akla  	gelmedik zulümler yaptılar. "Peygamberlik bula bula bu yetim ve öksüzü mü  	buldu! Bu şehirlerin reisleri ve ileri gelen liderler varken, Peygamberlik  	Abdullah'ın yetimini mi buldu" diye itirazlarını yükselttiler. Küçümsediler.  	Azgınca saldırdılar. Kara çalmaya çalıştılar.
  	Siz hangi kabileden, hangi kabile reisliğinden bahsediyorsunuz? Kabile  	reisliği derken derdiniz, O'nu küçültmek ise, biliniz ki O, aklınızın,  	nefesinizin idrakinizin alamayacağı kadar yücelerdedir. O kadar yücelerdedir  	ki, her bir iman eden, O'nun bir tel saçı için bütün varlığından  	vazgeçebilecek kadar vurgundur O'na. Bu kadar ciddidir bu iş ve bir o kadar  	Yücedir O.
  	Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Mekke ve Medine'de yetiştirdiği ve bir insanlık  	abidesi olan sahabe kadrosu olmasaydı, bugün ne Selçuklular, ne Osmanlılar  	ne de Anadolu olabilirdi. Kim bilir bugün İstanbul'da, bugün Anadolu'da  	hangi dinin, hangi felsefe veya tarihin çıngılları öterdi. Onun içindir ki  	Hz. Peygamber'i (s.a.v.) sultanlar, imparatorlar, krallarla kıyaslamak  	cehaletin yanında, tarih bilincinden de yoksun olmak anlamına gelir.
  	 
  	Peygamberimiz'in (s.a.v.) Bizans imparatoruna, İran imparatoruna, Mısır  	imparatoruna, Habeş kralına ve daha yüzlerce lidere gönderdiği diplomatik  	mektuplar, Medine'ye gelir gelmez dağınık yaşayan Yahudileri ve İslam'a  	girmemiş Arapları da toplayarak, onların da görüşlerini alarak Medine'de  	federatif bir devlet kurması ve dünyada ilk yazılı anayasa olan  	nizamnamesini ilan etmesi; O'nun ulaşılmaz ufku hakkında, yaşı kamil, aklı  	zail, ömrü cahil olanlara bir şey anlatır mı bilmem! Bu anayasanın ilk  	cümlesi şöyle başlıyordu:
  	"Bu vesika, Allah'ın Resulü Peygamber Muhammed'in (s.a.v.), Kureyşli mümin  	ve Müslimlerle, Yesrib (Medine'deki Yahudiler ile Müslüman) olanlar, onlara  	tabi olanlar ve onlarla birlikte harbe gidenler arasında geçerli bir  	vesikadır. Bunlar (yani bu bölgede yaşayan Müslümanlar, Müslüman olmayan  	Araplar, Yahudiler v.s.) diğer insanlar dışında, bir ümmeti teşkil ederler"  	(Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Mecmuatu'l vesâiki's-siyasiyye, s. 5-9).
  	 
  	Bütün bunları gerçekleştiren mi kabile reisidir? Bu mu kabile reisliği!  	Herhalde aklınız, şu bizim aşiret dizilerindeki kabile reislerine takıldı  	kaldı! Dilerdim ki, tarih boyunca bu cahilce bakışla bakanlar "kimliklerinde  	din hanesindeki İslam cümlesine saygı babında bile olsa" Hz. Peygamber'i  	(s.a.v.) bir defa merak edip okusalardı, Devanport gibi, Karen Armstrong  	gibi, Thomas Carlyle gibi, Tolstoy gibi, Jean Paul Roux gibi, Anna Maria  	Schimmle gibi biraz insaf sahibi olsalardı.
  	Kur'anı Kerim, ne bir insanın, ne bir Peygamberin sözü değildir. O Yüce  	Rabbin Peygamberine gönderdiği ebedi kurtuluş mesajıdır. Ebedi kurtuluş  	reçetesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.), O kitabın bir harfine bile müdahale  	hakkına ve yetkisine sahip değildir. Kur'an buyuruyor ki: "Şayet Muhammed,  	bize bir söz uydursaydı, onu şiddetli yakalar ve sonra onun şah damarını  	koparırdık."
  	 
  	Özetle: Hz. Muhammed (s.a.v.) yeryüzündeki en büyük inkılabı, devrimi,  	değişimi ve dönüşümü gerçekleştirmiş bir Peygamberdir. Allah'ın Resulüdür.  	Kur'an-ı Kerim ise O'na Yüce Allah tarafından melek yoluyla gönderilmiş  	vahiydir. İnsanlık Kur'an'ı ve Hz. Peygamber'i yeniden keşfederken, tarihin  	ötesinde kalmış, basmakalıp ve sığ bir anlayışla kendi dininin  	Peygamberinden habersiz olan zevatı görünce, müthiş üzüntü duyuyoruz. Nefret  	ve hınç değil elbette, heba olmuş ve eskilerin deyimiyle "hasired'dünya ve'l-ahire"  	dünyası da, ahreti de kayıpta deyip burkuluyoruz. Bütün insanlara rahmet ve  	şefkat nazarıyla bakan bir mümin olarak burkuluyoruz. İşte o kadar...
  	Not: Bugün Tüyap Kitap Fuarı'nda saat 15.00'te, Turkuvaz Kitap standında  	kitaplarımı imzalayacağım. Yine bu cuma ve her cuma, Sabah saat 08.30-10.00  	arasında ise atv'de canlı yayınım devam etmektedir.
  	 
  	Nihat Hatipoğlu/Sabah