Bu hastalıklara dikkat ettiniz mi?
Bu yazımda hastalık yerine 'şehvet' kelimesini kullanacaktım. Çünkü şehvet kelimesi meramımı daha iyi anlatacaktı. Şehvetin meşru olmayanında, nefsin ve şeytanın azgınlığı vardır. İsyanı vardır. Terefi vardır. Sınırı çiğnemesi vardır.
Ne var ki, bir dini yazıda bu kelimeyi çokça kullanmaktan endişe ettim. Siz yazımı okurken 'hastalık' yerine 'şehveti' koyup okuyunuz.
Bugünlerde gerek medyada gerekse de sokakta ruh halimizin sağlıklı olmadığını gösteren görüntüler yer alıyor. Dünyaya bir imtihan için geldiğimizi bir an unutur gibi oluyor ve karşımızdaki insandan hıncımızı almak için destursuzca saldırıyoruz. Sanki nefretle doğduk ve nefretle gıdalanıyoruz. Bu hastalık bütün varlığımızı teslim almış gibi. Akıl ve vicdan yerine şehveti, zevki esas aldık. Günah işleme, saldırma, kıskanma, nefret etme, çukura itme şehveti.
Kıskançlık hastalığı:
Herhangi bir alanda başarılı olan insanı hazmedemiyoruz. Bu; siyasetçi, işadamı, sıradan vatandaş veya başkası olabilir. Onu paçasından çekip düşürebilmek için gayret ediyoruz. Aleyhinde konuşuyoruz. Hele medyada köşemiz varsa, internette klavyemiz varsa hadsizce, ölçüsüzce karalıyoruz. Bundan müthiş zevk alıyoruz. Bu elbette bir ruh bozukluğunun işaretidir. Çünkü bu hal gizli bir şirk halidir. Yaradan'ın verdiğini hoş görmemektir. Haset bir ateştir ve bir gün sahibini mutlaka yakar.
Lekeleme hastalığı:
İstiyoruz ki herkesin bir kirli yönü, bir gizli günahı veya suçu deşifre olsun. İnsanlar lekelendikçe sanki biz temize çıkacağız. Aranan insan olacağız. Böyle düşünüyoruz. Çünkü kendimize zerre kadar güvenimiz yok da onun için. Çünkü bizim lekelediğimiz adamdan daha çok defomuz vardır da onun için. Bu iflah olmaz bir manevi hastalıktır.
İftira hastalığı:
Şeytanın ve şeytanlaşmış nefsin en çok fısıldadığı gayrimeşru zevklerden birisi de iftira hastalığıdır. İftiraya uğramış adamın kendini temize çıkarma gayreti müthiş bir haz veriyor. Görüyorsunuz. Adam kıvranıyor. İzlemekten haz alıyoruz. İftiraya uğramış bazı insanların ne kadar büyük çaresizlik içinde olduğunu, büyük bir hazla izliyoruz. Halbuki bu konularda çok temkinli olmak gerekiyordu. Onun içindir ki Kuran-ı Kerim; 'haber ve bilgi' kavramını güvenilir şahitlerin şehadetinden sonra muteber saymış, haberin kaynağını, kaynağın dini -vicdani- onurunu sorgulamıştır. Fasık -sözünde eman, güven olmayan ve günah işlemekten utanç duymayan, hassasiyetini yitirmiş kişi- bir haber getirirse araştırın, ispat isteyin buyurmuştur.
Tekfir hastalığı:
Kendini Müslüman kabul edip dışındakileri din dışı sayma, kâfirlikle suçlama da bir cehalet ve hastalıktır. Bu hastalığa kimliği Müslüman ve ama dili ve ahlakı Müslüman olmayan cahiller başvuruyor. İnsanları cehennemde varsaydıkça keyifleniyor. Bu türlerin kullandığı dil Kuran'ın ve Hz. Peygamber (s.a.v.) dili değil elbette. Çünkü karşınızdaki eğer dediğiniz gibi değil de iman ehli ise, o durumda imanı tehlikeye düşen siz olursunuz. Çünkü, Kıble ehlini tekfir etmek, kişiyi dinden çıkarır.
Ehli Sünnet'e düşmanlık hastalığı:
Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) ile dört halife ve büyük imamların yaşadığı dönemi bizler ehli sünnet -Kuran ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yolunda olanlarındönemi sayarız.
Son zamanlarda ilk iki halifeye Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'e (r.a.) saldıranların çoğaldığını, din kisvesi altında sahabeye dil uzatanların; İmam Buhari gibi büyük hadis alimlerine çirkince hücum edenlerin çoğaldığını görüyoruz. Bu elbette bir projedir. İslam'ın saf ve temiz anlayışını lekeleme projesidir. Rezilce ve iğrenççe bir hamledir ki, bizler dört büyük halifeyi (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'yi (r.a.) birbirinden ayıranları ve bizlere Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hadislerini aktaran Buhari ve Müslim gibi alimlerimizi küçük düşürmeye çalışan eblehleri ibretle görüyoruz. Bu türden insanları bu gruplar içinde en zararlı olanları olarak hatırlıyoruz. Çünkü bunlar dinin içinden görünür, takva pozlarına sığınıp tahrip ederler. Şerdirler. Yüce Rabbim dinimizi de, neslimizi de bu türlerin şerrinden korusun.
Dine saldırı hastalığı:
İflah etmez şeytani zevklerden birisi de her vesilede dinini yaşayan samimi Müslüman'a ve dinin özüne saldırma zevkidir. Bu tür insanlar ya Müslüman penceresinden dine veya din penceresinden Müslüman'a sataşmayı hedef edinmiştir. Tatmin oluyorlar böylece. Belki Yüce Rabbe karşı beslediği kinini böylece kendine din edinmektedir.
Dini kullanma hastalığı:
Bir kirli zevk de; Yüce Allah'ın dinini şahsi emel, arzu ve nefsi için kullanma hastalığıdır. Bu türden olanlar dini kendi tekelinde sayıyor ve istismardan zerre kadar yüksünmüyorlar. Böyle iman etmiş. İşine böyle geliyor çünkü
İmamı Azam tüccardı. Hem dini tebliği yapar, hem içtihatta bulunur ve hem de ticaret yapardı. Bir gün yanında çalışan tezgâhtarı satacağı kumaşı alıcının önünde açarken 'Allahumme salli ala Muhammed' demişti. Peygamberimiz'e (s.a.v.) salat getirmiştir. Büyük İmam o kumaşı sattırmamış ve alıcıya "satılık malımız yok" demiş; adam çıkınca da tezgâhtara "neden ticaret yaparken Resulullah (s.a.v.) adını kullandın. Sen O'nu istismar ettin, sakın bir daha böyle yapma" demiştir.
Hz.Hasan (r.a) bir mal satın alacaktı. Pazarlık yapıyordu. Adam, Hz. Hasan'ın peygamberimizin torunu olduğunu bilmiyordu. Dışarıdan geçen birisi, Hz.Hasan'a selam verirken "Ey Resululah'ın torunu selam sana" deyince, tüccar hemen toparlanır ve fiyatı düşürür. Saygıdan ötürü... Ne var ki, bunu gören Hz. Hasan malı almaktan vazgeçer. İhtiyacı olduğu malı almaktan niye vazgeçtin diye soran dostuna şöyle der: "Adam, dedemin adını duyunca fiyatı indirdi. Dedemin adının böyle şeylere alet edilmesini kabul edemem."
Dindar halkı küçük görme hastalığı:
Bu grubun büyük kısmını din adına konuşanlar oluşturur. Kendilerini; büyük alim, müçtehit, allame, entelektüel, aydın (!) gibi sıfatlarla andırırlar. Etrafında birkaç kişi vardır. Ufak oluşumlardır. İnternette reklamlarını ihmal etmezler. Kendilerine destek olan birkaç özel elemanları daima hazırda bekler. Kendilerini yüceltirler. Halkın dini hassasiyetiyle, halkın Peygamber sevgisiyle, Kuran'a ve sünnete bağlılığıyla, halkın tasavvufa saygısıyla, sünneti yaşamasıyla, hacca gitme arzularıyla, mesela Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sakalı şerifine gözyaşı dökmeleriyle, benzeri temiz yürekliliğiyle alay ederler. Hafife alırlar. Dudak bükerler. Yüksekten atarlar. Büyük laflar ederler. Bir hastalıktır bu. Etrafınıza bakın. Bunları görürsünüz. Eminim ki, bunların hakir gördükleri halk Yüce Allah'ın huzurunda kendilerinden yüz bin kat daha şereflidirler, daha itibarlıdırlar. Rabbim bizleri bu hastalıklı anlayıştan uzak eylesin.
Ticarette ortağını aldatma hastalığı:
Bu günlerde en çok, bu konuda e-mail alıyorum. Ortakların bir kısmı diğerlerini aldatarak haksız kazanç elde ediyor. Ortağını aldatıyor. Değişik yollarla, ortağının bilgisi haricinde gizliden arsa, daire vs alıp ortağının malını çalıyor. Bunun adı çalmaktır. Çünkü bu hırsızlıktır. Çünkü bu haram kazançtır. Ve hele bu şirket bir aile şirketi ise ve herkes eşit miktarda yoruluyor ve katkıda bulunuyorsa ve kardeşlerin biri sessiz ve gariban, diğerleri ise cazgır ve destursuzsa, bu tam bir zulme dönüşebilir. İnanınız ki hayli yaygın bir hastalıktır bu günden güne daha çok insana bulaşıyor.Yüce Allah bütün bu hastalıklardan bizlere şifa versin.
Bir hadis
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu; "Sizden hiç kimse başkasını yerinden kaldırıp da oraya oturmasın. Ancak yer açın ve halkayı genişletin." (Buhari, isti'zan, 31: Müslim, selam, 38)