MİNİK yürekler, ufak eller, kısık gözler, büzülmüş dudaklar, kirli ayaklar, kıvırcık saçlar.
Hemen hemen tümünü böyle tanımlarız bu sevimi minikleri. Bugün onların bir kısmından bahsedeceğim. Dünyanın altını üstünü, büyüklerinin şirazesinden çıkmış nefsi tapınmalarını, çirkin ve bayağı hesaplarını anlamadan dünya hayatına veda eden çocuklardan çağımızın en büyük kurbanları ne yazık ki onlardır. Günahlarımızın vergisini onlar ödüyor. Yoksulluğun en ağır faturasını onlar ödüyor. Gizli kapaklı, gayrimeşru ilişkilerin kurbanları yine onlar. Ne yazık ki günümüzdeki örtülü günahın bu "küçük şahitleri", masumluğun ve temizliğin bedelini ödüyorlar. Öyle anlaşılıyor ki ödemeye de devam edecekler.
Gazeteleri okuyorsunuz. Haber saatlerinde televizyonlara yansıyan görüntüleri izliyorsunuz. Ürperiyorsunuzdur. İçiniz acıyordur. Hemen bir iki örneğini hatırlatayım. Bu feci cinayetin kurbanı olan çocuklarımızdan birisi, annesini áşığıyla gördüğü için annesi tarafından öldürüldü. Bir diğeri komşu kadının hazımsızlığına kurban gitti. Gitmekle kalmadı, sobada yandı. Diğeri annesini tek kurşunla öldürdü. Cezai ehliyeti olmadığı için de böylece kaldı. O da kurban. Bu son örnekte sadece öldürülen değil, öldüren de kurban.
Dikkat ederseniz öldürülenler çocuk öldürenler ise daha çok kadınlar. En azından bu olaylarda böyle. İşin daha çok acıtan tarafı bu zaten. Kadınların merhameti, sabrı, affı, şefkati, annelik duyguları ne kadar baskındır hepiniz bilirsiniz. Ama nedense son zamanlarda başrollerde onların bir kısmı var. Tabii ki kadınlarımızı ve hatta bütün dünya kadınlarını bu kirli manzaradan tenzih ederiz.
Bu olayların üzerine düşünmemiz gerekiyor. Nerede yanlışlık yaptığımızı değerlendirmemiz lazım. Hem de çok acil bir şekilde. Özellikle de bu olayların mağduru olan yavrularımızı koruyacak bir güvenlik oluşturmalıyız, zira anladığımız kadarıyla on binlerce çocuk komşuları veya tanıdıkları tarafından şiddete maruz kalmalarına rağmen gerekli yerlere ihbar edilmiyor veya kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla aile içinde sessiz kalınıyor. Ne yazık ki bunların çoğundan bizler hiç haberdar olamıyoruz. Bu durumda da cinayetin, zulmün, haksızlığın, işkencenin sanıkları olmasak bile vicdanen vurdumduymazları oluyoruz.
Türkiye'de ortak aile içindeki bu tür olumsuzluklardan haberdar olup ilgililere bilgi aktaracak bir mekanizma kurulmalıdır. Her apartmanda veya en azından her mahallede özel birimler kurulmalı ve çocukların durumu sağlıklı biçimde kontrol edilmeli. Şikayetlerin sağlıklı biçimde ulaşacağı iletişim merkezleri kurulmalıdır. Ne dersiniz, 24 saatimizi meşgul eden magazin haberlerinden daha mı az önemli bu olaylar?
Kuran-ı Kerim azgınlığı ve sosyal çözülmüşlüğü anlatırken "teref" kavramını düşünce hayatımıza aktarır. Terefi: azgınlık, cinnet, sapkınlık, yüzsüzlük, aşırı lüks ve safahat gibi sıfatlarla tanımlayabiliriz belki. Ama terefin tarafı olmak için zengin olmak da gerekmiyor. Fakirin de terefi vardır. Nefsine tapınanı, zevkine esir olanı. Ben burada günümüzün bir tarafını özetleyen bu azgın grubun, bu acı veren hadiselerin bir misyonu olduğuna inanıyorum. Bunlar farkında olmadan misyonlarının gereğini yerine getiriyorlar. Bu olaylar, toplumun içinde bulunduğu gizli hali deşifre eder. Örtülü inkárı, günahı, hazımsızlığı, rezilliği ve hatta şirki alenileştirir, işte çocuklara yönelik bu cinayetlerin böyle bir yönü var.
Hz. Muhammed (s.a.v)'in kurduğu insan odaklı muhteşem medeniyetin merkezi olan Medine'deki birkaç olayla bağlayalım çocuklarla ilgili hassasiyetimizi:
Mahmut bin Rebi. O anlatıyor. Hayal meyal hatırlıyor, beş yaşındayken Peygamberimizin yanına gittiğini. Peygamberimizin ağzına su doldurup yüzüne püskürttüğünü. Şakalaştığını. Çocukla çocuklaştığını (Buhari, ilim, 18)
Annesinden ayrılmış bir çocuğu gördüğünde hüzünlenirdi. Çocuklar annesiz kalmasın istedi. "Allah anne ile çocuğun arasını açanı kıyamet günü sevdiklerinden ayrı tutar." (Tirmizi, siyre, 17)
Bir gün kızının evinin önünden geçiyordu. İçeriden torunu Hz. Hasan'ın ağladığını duydu. Kapıda bekledi. İçeriye seslendi. "Fatma kızım! Torunumu ağlatma."
Bir gün torunlarını dizine oturtmuş öpüyor, onlarla şakalaşıyor. Hz. Akra bin Habis bu manzarayı görüyor. Akra şaşkın! Çünkü böylesi merhamete pek de alışkın değil, Medine'nin yenileri. Şöyle der Akra: "Benim on çocuğum var! Hiçbirini öpmedim." Hz. Peygamber Hz. Akra'nın yüzüne hayretle bakar ve şöyle buyurur: "Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz." (Buhari, edeb, 18)
Çocuklar masumdurlar. Hz. Ádem'in oğlu Habil'in kardeşine, sen bana el kaldırsan da el kaldırmam diyen affedici ruhunu temsil eder çocuklar. Çocuklar kadar saf, temiz ve berrak olsak keşke. Çocuklar gibi çocuk kalsaydık keşke.