YÜCE Allah kullarına, kullarından daha merhametlidir.
  	Daha toleranslıdır. Kulunun hata ve kusurlarını silmek için fırsatlar verir.  	Bazen meleklere günahları yazmayı unutturur. Halbuki dilerse azap eder.  	Dilerse imkán vermez. Mülk O'nun, güç O'nun, kudret O'nun.
 	
 	Bizler yüce Rabbimizin merhametinden az nasipleniyoruz. İnsanların kol ve  	kanatlarını kırmaya çalışıyoruz. Káinat bizim çemberimizde dönsün istiyoruz.  	Allah için kolay olanı zor zannediyoruz. Öyle değil mi, yüce Allah herhangi  	bir şeye ol derse hemen oluvermez mi? Kim O'na direnebilir ki!
 	
 	* * *
 	
 	Biz bu dünyanın kadısı değiliz. Cennet veya cehenneme gönderme yetkisinde  	değiliz. Elimizde terazi de yok. Son kararı verecek terazi yüce Allah'ın  	katındadır. Biz ancak kanaat belirtebiliriz. O konuda da yanılma ihtimali  	taşırız. Kanaatimizi de "hüsn-ü niyet-olumlu bakış" noktasına  	taşımamızda fayda vardır.
 	
 	Çünkü ahirette bizlere, "Neden insanlar hakkında karar vermediniz"  	sorusu sorulmayacaktır. "Neden insanları iyiye, güzele, doğruya, reşit  	olana çağırmadınız. Neden 'kavl-i leyyin-yumuşak söz' ile gönül  	kazanmadınız, neden şerri en güzel şekilde savuşturmadınız, neden kirlenmiş  	yüzleri temiz sularla duru hale getirmediniz" diye sorulacaktır.
 	
 	İmam Gazali'nin insanların iman durumuyla ilgili ölçüsü son derece  	ufuk açıcıdır. Bizler için, muhatap olduğumuz álem için o şöyle der: "Bir  	insanın dinin dışında olduğuna dair elimizde 99 delil var da, imanın içinde  	olduğuna dair bir tek delil varsa ben 99 delili bir tarafa bırakır, bir  	delile hükmederim. Onun mümin olduğuna karar veririm."
 	
 	Makdisi'nin Tevvabun adlı eserinde anlattığı bir olay son derece ders  	vericidir. O şöyle anlatır: "Bir gün Peygamberimizin yanına gitmek için yola  	çıkarken Ebu Hureyre (RA), mescidin dışında kendisini bekleyen bir kadınla  	karşılaşır. Kadın, Hz. Ebu Hureyre'ye yaklaşır ve bir derdini paylaşmak  	istediğini söyler.
 	
 	İslam hadis tarihinin yüz akı olan bu sahabi, buyur der. Kadın der ki: 'Ben  	zina ettim. Bu zinadan hamile kaldım, çocuğumu doğurdum. Sonra da bu çocuğu  	boğdum. Benim için bir af ve çıkış kapısı var mıdır?' Ebu Hureyre, son  	derece hiddetlenir ve kadını kovar. Kadını kovarken de, 'Benden uzak dur,  	senin affın olacağını düşünemiyorum' der. Kadın ağlayarak gider.
 	
 	Ebu Hureyre, olayı Peygamberimize anlatınca Hz. Peygamber rahatsız olur. Ebu  	Hureyre'ye, buna hakkının olmadığını, yüce Allah'ın af kapısını örtme  	yetkisinin kimseye ait olmadığını söyler ve 'O kadına ümidini  	kaybetmemesi gerektiğini söyle' der."
 	
 	Nefret makamında olmamalıyız, başkasına haram saydığımızı kendimize helal  	saymamalıyız.
 	
 	Dinin tek sahibi gibi hareket etmemeliyiz.
 	
 	Dinin geniş çemberini daraltmamalıyız.
 	
 	İnsanların imanları hakkında kendimizi söz sahibi saymamalıyız, cennet  	hepimize yetecek kadar geniştir.
 	
 	* * *
 	
 	Dünyanın diğer insanlarıyla aynıyız. Onların da iki kulağı, bir burnu, iki  	eli var. Hz. Adem'in sureti üzerindeyiz. O zaman gelin birbirimizi  	damgalamayalım. Cehennem veya azaba postalamayalım. Başkasının elinden din  	ve iman hakkını gasp etmeyelim.
 	
 	Süslü koltuğumuzda, hiçbir şey yapmadan, insanlık için kılımızı  	kıpırdatmadan, mazlum için gözyaşı dökmeden, "Ey Allah'ın kulları"  	diyen Kuran kadar çerçeveyi genişletip insan kıvamıyla káinata bakmadan  	Rabbin rızasını kazanamayacağımızı düşünelim.
 	
 	Son olmayacak son cümle: Maalesef soğukkanlılığımızı kaybettik. Sevgi ve  	toleransı kefene sarıp toprağa gömdük. Dilerim mahşerden önce toprağı açıp  	geri çıkarırız.