Hazreti Peygamber"in (SAV) Medine'deki mescidi doluydu. Müminler, Hz. Peygamber'in minberindeki Halife
Ömer'i dinliyorlardı. Tabiri caizse sinek uçsa vızıltısı duyulurdu. Halife
Hz. Ömer şöyle konuşuyordu minberde:
"Ben bir zamanlar Ukaz panayırında
güreşirdim. Gelen pehlivanların
sırtını yere getirirdim. Dayılarıma ait
develeri güderdim. Bunun karşılığında bana verdikleri hurma taneleriydi."
Cemaat hem dinliyor hem de birbirine bakıyordu. Halife
Ömer neden bu cümlelere ihtiyaç duydu ki? Sonra Hz.
Ömer minberden indi. Namaz kıldırdı. Namazın ardından Medine
mescidinden eve doğru yürürken oğlu yanına yanaşıp şunları söyledi:
"Baba, bugünkü hutbende kendinle ilgili o
konuşmayı neden yaptın ki? Buna neden gerek
gördün? Sen ki Haremeyn'in ve şunca yerin devlet
başkanısın. Kendini üzecek şeyleri neden dile
getirdin ki? İnsanlar dedikodu edecekler. Ömer
eskiden güreşmiş, hurma karşılığında deve güdermiş
diye." Hz. Ömer soluklandı. Sonra gözlerini aziz evladına
çevirip şöyle dedi:
"Evladım! Bu sabah aynada kendime bakarken
içime, 'Sen bütün bölgelerin devlet başkanısın'
duygusu girdi. Kendini beğenme duygusu sardı
beni. İşte bundan ötürüdür ki halkın önünde kendimle
hesaplaştım. Nefsime dedim ki, sen hiçbir
şey değilsin. Sen dünün çobanısın. Bugünkü haline
aldanma."
PEYGAMBERLER ÇOBANLIK YAPTI
Başka bir gün de
Hz. Ömer, sırtında un çuvalıyla Medine çarşısından geçip gitti. Garip değildi bu hâli elbette. Bütün peygamberler çobanlık yapmışlardır. Hz.
Musa koyunların peşinden az koşmamıştır. Deve sürüsüyle yürüyen peygamberler bize mütevazı bir hayatın adeta kodlarını fısıldıyorlardı:
"Kim mütevazı davranırsa Allah onu yüceltir. Ve kim de kibirli davranırsa
Allah onu küçültür."
Bir imkâna kavuşan, Allah'ın lütfuyla karşılaşan, belli bir mevki veya makama eren insanın şükür ve hamdini esirgememesi lazım. Allah'ın kullarına daha şefkatli, daha da sevecen ve nazik davranmalıdır. Yoksa takdiri İlahi başka şekilde tecelli eder, insanlar yer değiştirebilirdi. Onun için Duha Suresi'nin son ayeti şöyledir:
"Rabb'inin nimetini bolca an, hatırla ve
konuş."
***
Bir topluluğa girerken mi, çıkarken
mi selam verilir?
Kişi eve girerken veya bir topluluğa yanına vardığında yüce Allah'ın selamını verir. Bu sünnettir. Bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Ey oğulcağızım. Evine girdiğin zaman ailene selam ver. Bu hem sana hem de ailene bereket getirir." (Tirmizi). Evden veya bir topluluktan çıkarken de selam vermek sünnettir. Bu hususta Efendimiz şöyle buyuruyor: "Bir meclise girdiğiniz zaman selam verin. Oradan çıkarken yine selam verin. Zira girerken verdiğiniz selam, çıkarken verilen selamdan daha üstün değildir. (Yani ikisi de eşittir.)" Buna göre hem girerken hem de çıkarken selam vermek, "Esselamü aleyküm" demek sünnettir. Cemaat veya hane halkı da bu selama "Aleyküm selam" sözüyle cevap vermelidir.
Uzak bir yerden eve dönmeden önce
haber vermemin iyi olduğu söylendi. Doğru mu?
Bir kişinin baskın yapar gibi eve girmemesi lazımdır. Telefonla veya başka bir yolla geleceğini söylemesi adaptandır. Abdullah b. Mesud'un oğlu der ki: "Babam eve geldiği zaman yüksek sesle konuşarak kendisinin geldiğini bildirirdi." Özellikle uzak yoldan gelenlerin daha dikkatli olması gerekir. Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu Hz. Cabir anlatıyor: "Resulullah (SAV) yolculuktan gece dönen kişinin evine baskın yapar gibi, haber vermeden gelmesini yasaklamıştır." (Buhari, Müslim). Zira evdekiler hazırlanmak, yemek yapmak, üstüne güzel kıyafetler giymek isteyebilir. Hatta elinde anahtar olsa bile zili çaldıktan sonra girmek daha uygundur
Dua
Allah'ım! Bahşettiğin sağlık ve afiyetin sırt çevirmesinden sana sığınırım.
Allah'ım! Aniden vereceğin cezadan ve her çeşit gazabından kuşkusuz sana sığınırım.
Allah'ım! Her çeşit kötü amelden sana sığınırım.
Allah'ım! Arzulardan ve hastalıklardan kuşkusuz sana sığınırım.
Allah'ım! Kötü günden, kötü geceden sana sığınırım.
Allah'ım! Kötü andan, kötü arkadaştan ve kötü komşudan sana sığınırım.
Allah'ım! Senin gazabından rızana sığınırım.
Allah'ım! Senin cezandan affına sığınırım.
Allah'ım! Senden yine sana sığınırım.
İbadetten sonra gözyaşı
Denilir ki salih ve takva sahibi müminler ibadetten sonra gözyaşı dökerlermiş. Sebebi ise şudur: Biz bu ibadetleri yaptık ama ibadetimiz kabul edilmediyse veya ibadete gösteriş kattıysak halimiz nice olacak.
Resulullah (SAV) Kur'an'ı nasıl okurdu?
Efendimiz, Kur'an-ı Kerim'i ağır ağır, ayetlerin arasını ayırarak açık seçik okurdu. Uzatılacak yerlerde harfleri uzatırdı. Euzu besmeleyi uzatırdı. Bazen ayetleri okurken ağlardı. Ayetlerin sonunda dururdu. Bazen sesini hafifçe titretir, edalı okurdu. Okuyuşunu yüreği yumuşatırdı. Okuyuşunda hüzün vardı. Okurken göğsü inip kalkardı. Namazda Kur'an okurken azap ayeti geldiğinde Allah'a sığınırdı. Rahmet ayeti gelince Allah'ın rahmetine sığınırdı. Bazen bütün bir gece tek ayeti okur dururdu.
Ebu Zerr (RA) der ki:
"Bir gece sabaha kadar Maide 118'i okudu."
Ayetin anlamı şöyleydi:
"Eğer azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır. Yok eğer onları
bağışlarsan muhakkak ki sen kudreti daima
üstün gelen, her işi ve hükmü hikmetli ve sağlam
olansın."
Efendimiz (SAV) ayetleri tefekkür ederdi. Ebu Zerr (RA) şöyle diyor: Bir gece idi. Tek bir ayetle namaz kıldı . Onunla rükû ediyor, secde ediyor, onunla dua ediyordu. İbn-i Mesud bana sordu. "Sen Efendimize neden böyle namaz kıldığını niye sormadın?" Ben de "Sordum;
annem-babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü. Sen bütün bir geceyi tek ayetle tamamladın.
Rükûda, secdede. Biz yapsaydık kızardın. Halbuki bütün Kur'an sana indi (Yani niye diğer
ayetleri okumadın)" dedim.
Efendimiz şöyle buyurdu: "Ben bu ayetle dua
ettim. Ümmetime şefaat diledim."