Her birimiz çevremizdeki insanlara karşı duyarlı olmalıyız. İyi günde, kötü günde yanlarında bulunmalıyız. Birkaç gün önce, Ankara'da Diyanet'teyken çalıştığım, yıllarca tanıdığım bir mesai arkadaşımı kaybettik. Allah rahmet etsin, mekânı cennet olsun. Geride kalanlara ziyarette bulunup dua etmek niyetiyle evine gitmek için yola çıktım. Konuma göre gittik. Evi bulmak için dairelere soruyoruz fakat bilen yok.
"Burada bir ölüm oldu" dedik, bilen yok. Meğer yan daireye soruyormuşuz. Fakat onlar bilmiyor. Neticede bulduk. Binadaki bazılarının, komşunun evinden mezara bir kişinin uğurlandığından haberi bile yok. Hani diyeceksiniz ki şehir ve apartman hayatı böyle. Tamam da, bu mahalle Anadolu insanımızın yaşadığı, komşuluk ve benzeri hassasiyetlerin yoğun olduğu bir mahalle. Duyarsızlaşmışız. Velhasıl üzüldük. Komşumuza, dostumuza ve topluma karşı duyarlı olmalıyız. Birbirimizi sormalıyız. "Duymadım, görmedim, dokunmadım" dersek yarın toplumsal bağlarımız iyice hırpalanır.
HASTA İLE SAĞIR ÖRNEĞİ
Mevlânâ, Mesnevi'de sağır olan birinin, hasta komşusunu ziyaret edişini ince bir mizahla anlatır. Sağırı "duyarsız" kişiye, hastayı da "tahammülsüz" kişiye örnek gösterir. Mevlânâ şöyle der:
Bir gün yol yordam bilen anlayışlı biri, sağıra şöyle seslenir: "Arkadaş, haberin var mı? Komşun hasta. Ona uğradın mı? Geçmiş olsun dedin mi?" Sağır, bunun üzerine "Bu sağır kulaklarla komşunun sözünü anlamam mümkün değil, fakat yine de gitmek lazım" diye düşünür. Sonra kendi kendine şöyle der: "Zaten hastaya malum şeyler sorulur, malum cevaplar alınır. Ben 'Nasılsınız?' diyeceğim, o 'İyiyim, teşekkür ederim' diyecek. 'Ne yiyorsun?' desem, elbet bir yemek ismi söyleyecek, ben de 'Afiyet olsun' diyeceğim. 'Doktorlardan kim geliyor?' diye sorarsam bir doktor adı verecek. Ben de 'Doktorun iyi' derim olur biter."
Sonunda hastayı ziyarete gidip başucuna oturur. "Ey benim sevgili dostum, nasılsınız?" diye hâl hatır sorar. Hasta inleyerek, "Ölüyorum" diye cevap verince sağır adam "İyiyim" dediğini zannederek, "Oh oh, çok memnun oldum" diye karşılık verir. Hasta, "Bu ne demek, adam ölümüme memnun oluyor" diye kızar. Sağır tekrar sorar: "Ne yiyorsunuz?" Hasta kızgınlıkla, "Zehir" der. Sağır onun bir yemek ismi söylediğini sanarak "Afiyet olsun" diye karşılık verir. Hasta büsbütün çileden çıkmıştır. Sağır adam sormaya devam eder: "Tedavi için doktorlardan kim geliyor?" Hasta, "Hadi be defol! Azrail geliyor" diye cevap verir. Sağır, "Çok bilgin, tecrübeli bir doktor; inşallah yakında çaresini bulur" deyince hasta dayanamaz ve "Kahrol!.." diye bağırır. Sağır ise komşuluk görevini yerine getirdiği için çok memnun ayrılır. Hasta bu sırada, "Bu adam benim düşmanımmış, kötülüğümü istiyormuş, bugüne kadar anlayamamışım" diye düşünür.
NEMELAZIMCI OLMAYALIM
Akrabalarımızın, komşularımızın, dostlarımızın hâllerine, hastalıklarına, sevinçlerine duyarsız olduk. Aslında garip bir topluma dönüştük. Kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Mevlânâ sağır-hasta diyaloğunu, daha doğrusu diyalogsuzluğunu, önyargıyı Mesnevi'ye taşıyarak bizi sorgulamaya davet ediyor. Evet, hissiz olmak, ilgisiz durmak yani benmerkezci, nemelazımcı insan toplumda ciddi yüktür. Bu tür insanları vicdan, akıl ve insaf ilacıyla tedavi etmeliyiz.
ALLAH'IN AFFI KURTARIR
Adam nefsini şöyle hesaba çekti: "Ergenlik yaşımdan bu ana kadar 60 yıl geçti. 60 yılda 21 bin 900 gün var. Her gün bir kalp kırdımsa, yanlış bir iş yaptımsa, bir dedikodu veya herhangi bir günah işledimse tamı tamına 21 bin 900 günah işlemiş olabilirim. Az bir rakam değil. Ee, peki nasıl affettireceğim? 21 bin 900 iyilik yapabilir miyim günaha karşılık? Zor. Sadece Allah'ın affı kurtarır beni."
VUSLATA ERENLER
Vuslata erenler, bu yola sadece namaz, sadaka ve oruçla ermediler. Onlar vuslata samimiyet, cömertlik ve hakkaniyet ile vardılar. Geride kalanlar ise yolda döküldü. Vuslata ermeden fani âlemden baki âleme göçtüler.
BİR DUA
Allah'ım! Kederden ve üzüntüden, acizlikten ve tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, borç yükünden ve insanların kahrından sana sığınırım.
DUAMIZIN KABULÜ İÇİN
NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?
Öncelikle kalbimizi yüce Allah'a yönlendirip öyle duaya başlamalıyız.
Samimiyet her amelin motorudur.
Bunun dışında şunlara dikkat edelim:
1. Şuurla dua edelim. Duayı Allah'a has edelim. Duada sadece O'nun rızasını dert edinelim. (Mü'min/65)
2. Duanın kabul edileceğine inanalım.
"Duayı yaparken istediğinizi kesin ifadelerle isteyin. Allah'ım dilersen affet, dilersen bana merhamet et" demeyin. (Buhari, Müslim)
3. Duada ısrarcı olun. Acele etmeyin.
4. Umut ve korku ile (cenneti ümit ederek, cehennemden korkarak) dua edin.
5. İstiğfar edip salat ve selam ile dua ediniz.
6. Alçak gönüllü ve içten dua edin. (Araf/55)
7. Duada çok bağırmayın. (Buhari)
Duada mekân ve zaman
önemli mi?
Esasen dua her zaman ve her yerde yapılabilir. Ancak duanın mübarek gün ve mekânlarda yapılması teşvik edilmiştir. Mesela; leyle-i kadir, arife günü, cuma günü, seher vakti dua övülmüştür. Gecenin herhangi bir anında saklı olan bir vakit vardır ki, kişi o anda dua ederse elbet karşılık görür. Yine, Medine mescidi, Kâbe, Müzdelife, Arafat, Kudüs gibi mukaddes mekânlarda dua teşvik edilmiştir.
Haram yiyenin duası kabul
olur mu?
Hz. Peygamber Efendimiz, bizi bu hususta şöyle uyarıyor: "Allah yolunda sefer yapmış, üstü başı tozlanmış bir adam ellerini semaya kaldırıp 'Ya Rabbi! Ya Rabbi!' diyerek dua ediyor. Oysa normal hayatında yediği haram, içtiği haram, giydiği haram. Böyle birinin duası kabul olur mu?" (Müslim). Bu hadis açıkça belirtiyor ki; haram içindeki bir insan bundan sıyrılıp helal kazanmadıkça yaptığı duadan bir sonuç alamaz.