Bu bir tür ateşkes antlaşmasıydı. Ancak 8. yıla gelindiğinde Mekke müşrikleri bu antlaşmayı bozdular. Mekke yakınlarında Müslüman olan ‘Huzaa' kabilesine baskınlar düzenlediler.
Kâbe'ye sığınmış olan 23 Müslüman'ı öldürdüler. Huzaa kabilesinin bütün fertlerini takip edip tam bir kıyım uygulamaya başladılar. Huzaalılar da Hz. Peygamber'e (s.a.v.) Medine'ye haber gönderip yardım istediler. İşte İslam tarihine Mekke'nin fethi olarak geçecek olan olay bu hadise üzerine planlandı. Peygamberimizin bu olay üzerine gönderdiği arabulucu elçilere de müspet cevap verilmemişti. Müslümanlar için Mekke'ye girmekten başka çare kalmamıştı.
Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke'ye hareket için gizliden gizliye hazırlıklara başladı. Hazırlık aşamasında harekâtın bilinmesini istemiyordu. Peygamberimizin hedefi Mekke'yi kavgasız çatışmasız ele geçirmekti.
Tam bu esnada beklenmeyen ve hoş olmayan bir gelişme oldu. Peygamberimizin sevdiği insanlardan birisi olan ‘Hatib bin Ebi Beltia', Mekkelilere peygamberimizin harekâtını deşifre eden bir mektup gönderdi. Bu mektubu gizli bir şekilde götürsün diye de ‘Ümmü Sare' isimli oyuncu bir kadını görevlendirdi.
Bu mektuptan kimsenin haberi yoktu. Zaten Ümmü Sare de yola çıkmış ve ‘Hah Bostanı' denilen yere kadar gitmişti. Yüce Allah vahiy yolu ile bu gelişmeyi Hz. Peygamber'e (s.a.v.) bildirdi. Peygamberimiz de Hz. Ali, Zübeyr ve Mikdad'ı (r.a.) çağırıp onlara görev verdi. Şöyle buyurdu: "Hah bostanı yakınlarında bir kadın Mekke'ye doğru gidiyor. Bu kadının üzerinde gizli bir mektup var. Bu mektubu alıp bana getirin, kadını serbest bırakın."
Üç sahabe hızlı bir şekilde hareket ederek anılan bölgeye ulaştılar. Peygamberimizin tanımladığı yerdeki kadını buldular. Kadından mektubu istediler. Ancak kadın böyle bir mektubun olmadığına dair yemin etti, haberim yok dedi. Hz. Zubeyr ve Mikdad bir an için kadına güvenip, demek ki yanılmışız geri dönelim deseler de Hz. Ali şiddetle tepki gösterdi ve kadına şöyle dedi "Biz yalan söylemiyoruz. Allah'ın Resulü de yalan söylemez. Peygamberimiz bizi buraya boşuna göndermedi. Ya mektubu çıkarırsın ya da sonucuna katlanırsın. Medine'ye geri götürülürsün." Kadın, Hz. Ali'den kurtulamayacağını anlayınca saçlarının arasından dürülmüş olan mektubu çıkardı. Mektubu alan Hz. Ali kadını serbest bıraktı.
Mektup Medine'ye getirildi. Peygamberimize teslim edildi. Peygamberimiz mektubu açtı ve yanındaki sahabeye oku bunu dedi. Mektupta şöyle deniyordu:
"Ey Kureyş cemaati! Resulullah size karşı mühim bir kuvvet ile geliyor. Korkunç bir ordu ile. Sel gibi gelecekler. Allah'a yemin olsun ki Resulullah tek başına gelse de Allah yine de O'nu galip kılar. Siz başınızın çaresine bakınız."
Mektubun altındaki isim okunduğunda Peygamberimiz ve yanındaki sahabeler derin bir sessizliğe büründü. Zira bu gizli mektubu Peygamberimizle beraber Bedir'e katılmış ve imanında zerre kadar şüphe olmayan "Hz. Hatib" göndermişti. Gizli olan askeri bir harekât bir anlamda deşifre ediliyordu. Her ne kadar hazırlıklar az çok bilinse de.
Hz. Peygamber (s.a.v.) "Bana Hatib'i çağırın" buyurdu. Hatib, Peygamberimizin huzuruna girdi. Hz. Peygamber her zamanki vakur haliyle ve ama o kadar da sitem eder tarzda Hz. Hatib'e sordu: "Hatib! Nedir bu mektup! Niye bunu yaptın! Seni bu mektubu yazmaya ne zorladı?"
Hz. Hatib başını önüne eğdi ve kendini şöyle savundu. "Ey Allah'ın Resulu! Ben müminim. İmanımda zerre kadar sarsıntı yoktur. Ancak Mekke'de kalan aile fertlerim savunmasız ve kimsesizler. Bu harekâta başladığınızda müşrikler tarafından tümünün kılıçtan geçirileceğinden korktum. Buna engel olmak ve Mekkelilere hoş görünmek için bu mektubu yazdım." Hatib pişmandı. Özür diliyordu. Başını kaldırıp Resulullah'a bakamıyordu. Orada bulunan Hz. Ömer ayağa kalkarak "Ey Allah'ın Resulu müsaade buyurun bu münafığın boynunu vurayım" dese de Hz. Peygamber kabul etmedi. Hz. Ömer ısrarını sürdürdü. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır Ömer! Hatib Bedir ehlindendir. Belki Allah Bedir'e katılanların işledikleri bütün günahlarını affederim demiştir." Hz. Ömer gözlerinden yaşlar boşalarak oturdu. Hz. Hatib bu olaydan sonra kendini bir direğe bağlayıp yemeden içmeden kesildi. Kendini böyle cezalandırmak istedi. Nihayet bu olay üzerine Mümtehine Suresi'nin ilk ayetleri indi.
Hz. Hatib olayı son derece manidardır. Yola çıkanların örnek alacakları mesajlarla yüklü bir olaydır. Bu yol hangi yol olursa olsun. Bu olayda her meslek erbabına ders vardır. En yakınınızdakiler yanlış yapabilirler. Savrulabilirler. O esnada yanınızda olanlar sert müdahalede bulunmak isteyebilirler. Ama olayları kontrol edebilen, olaylara hâkim olan, lider olabilmiş kişi bir ana takılıp ortalığı dağıtmaz. Arkadaşlarını harcamaz. Arkadaşlarını arkadaşlarına harcatmaz. Vakur durur. Vefalı hareket eder. Yola çıktıklarını asla terk etmez. Yolda bulduklarını yola çıktıklarına tercih etmez. Yolu iyi bilir, yolcuları da, kendini de. Bundan dolayı da hep zirvede durur. Eteğinden çekseler de aşağıya kaymaz. Hz. Hatib (r.a.) olayı bence birçok şifreyi çözen bir anahtar gibidir. Hepimizin ders alacağı ibret dolu bir hadisedir.
SORALIM ÖĞRENELİM
Muharrem ayına girdik. Aşure orucunu nasıl tutacağız? (Yeliz Doruk/Mersin)
Muharrem ayının onuncu gününe aşure günü denir. Toplumumuzda bu ayda özellikle onuncu gününde tahıl ve meyvelerden aşure isimli tatlı yapılır. Bu geleneksel bir uygulamadır.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Mekke'de ve Medine'de muharremde oruç tuttuğunu biliyoruz. Ancak ramazan orucu farz kılındıktan sonra Peygamberimiz aşure orucunu bırakmıştır. Dileyen bu günde oruç tutar, dileyen tutmaz.
İslam âlimleri ya on gün oruç tutmayı veya sekiz, dokuz ve onuncu günleri tutmayı uygun görmüşlerdir. Sadece onuncu günü, aşure günü oruç tutmak mekruhtur.
Eşimden boşanma safhasındayım. On yaşında erkek çocuğum var. Babasına mı bırakayım, kendim mi alayım? (Cemile Çınar/İzmir)
Problemlerinizi boşanmadan halledersiniz diye temennimi belirteyim. Çocukların konusu, karşılıklı anlaşma ve şartlara göre düzenlenmelidir. Hukuki boyutunu zaten taki edersiniz. Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemindeki uygulamaya bakarsak, erkek veya kız evladı ergenlik öncesi anneye, sonrası ise babaya yönlendirilmiştir. Ama bu konuda dini bir talimatın olmadığı ve bu hükmün tavsiye niteliğinde olduğunu belirteyim.
İçki içen bir insanın kırk gün boyunca tövbesi kabul olmaz deniyor. Doğru mu? / (Nahit Fonda/Antalya)
Bu doğru değildir. Kişinin pişmanlık duyması bir tövbedir. Tövbe etmek için 40 gün beklemesi de gerekmiyor. Herkes günah işleyebilir. Ama tevbe kapısını kimse kapatamaz.
Müslüman'a kâfir demenin günahı nedir? (Mahsun Sorgu/Çanakkale)
Allah (c.c), Kuran ve Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi temel esaslara iman eden bir Müslüman'a herhangi bir günahtan ötürü kâfir denmez. İmam-ı Gazali gibi âlimler, bir insanın dinden çıkışına 99 delil, imanına bir delil varsa onun imanına karar verilir der. Hz. Peygamber de (s.a.v.) "Her kim bir adama ey kâfir derse, o adam dediği gibi değilse o söz söylenene geri döner." (Riyazus Salihin, 3/259)demişlerdir. Bizler, elimizdeki dedektörle iman okuyamayız. İnsanların beyanını esas alırız. Ve insanların imanına bir işaret varsa onu mümin sayarız. Onun dışında hükmü ve kararı Yüce Allah'a bırakırız.