SON vahiy olan Kuran-ı Kerim belli bir coğrafya, bir kavim veya bir ırka  hitap etmez. Hitapları geneldir. Hükümleri kuşatıcıdır.
 
   	Mesajları tarihsel değildir. Değerleri zamanaşımına uğramaz. İnsanlık  	yaşlandıkça anlamı gençleşir. Ayetlerindeki derunilik kıyamete kadar  	araştırılmaya devam edecektir. Kuran-ı Kerim'in ruhundan alınabilecek birçok  	evrensel değer vardır. Bu değerlerin bir kısmını aşağıya alacağım. Tabii ki  	aşağıda belirteceğim bu değerler, sadece bir açıdan bakışı yansıtır. Yoksa  	bu değerlerin tümünün ifade edilmesi anlamına gelmez.
 	
 	1- Dinde zorlama yoktur
 	
 	Gerek başkasının dine davet edilmesinde ve gerekse de dinin içindeki  	insanların ibadet ve dini yaşamında zorlayıcı hiçbir unsur kabul edilemez.  	Zorlanarak ve baskı altında alınmış bir şehadet, tasdik sayılmayacağı için  	geçersiz olur. Baskıyla yapılmış bir inkâr da inkâr sayılmaz. Hz. Peygamber  	(s.a.v.) sahabeden Ammar'ın (r.a.) işkence sonucunda İslam'ı reddetmesi  	üzerine ona teselli anlamında şöyle buyurmuştur: Ammar! Kalbin Allah'ı  	tasdik ettikten sonra, sana dinden dönmen için baskı yaparlarsa sen yine  	onların dediklerini kabul et, yani Yüce Allah'ı ve beni inkâr edebilirsin,  	bu sana zarar vermeyecektir. 
 	İslam'ın zorlamayla elde edilmiş bir imana ihtiyacı yoktur. İslam yüreği hür  	olan insanların dinidir. Başkasını Müslüman etmek için elimizdeki imkânları  	baskı aracı yapamayız. Hz. Ömer kendisinden yardım isteyen yaşlı bir  	Hıristiyan kadına Müslüman olmasını teklif etmiş, ama sonra da bundan ötürü  	tevbe etmiştir. "Muhtaç bir insanın ihtiyacını istismar etmekten sana  	sığınırım ya rabbi" demiştir.
 	
 	2- Özel hayat korunma altındadır
 	
 	Başkasının mahremini araştırmak anlamındaki tecessüs haramdır.  	Dışarıdakilerden birinin, kişinin aile mahremiyetini deşifre etmesi bir  	yana; aile içindeki karı-kocadan herhangi birinin ötekini ifşa etmesi daha  	haramdır. Aile içindeki çok önemli herhangi bir sapıklık veya sapkınlık  	bunun dışındadır.
 	Hz. Ömer geceleyin çalgıcı kadınların huzurunda âlem yapıp rakı içen bir  	ihtiyarın evine girdiğinde, ev sahibi halifeye, "Ben bir günah işledimse sen  	de evime habersiz ve rızam olmadan girme günahı işledin" diyebilmiştir.  	Bunun üzerine Hz. Ömer o anda orayı terk etmiştir. Acaba bugün hangi insan,  	hangi yetkiliye karşı bu kadar rahat ve fütursuzca konuşabilir. Günahı  	deşifre edip ilan etmek de, en azından o günah kadar günahtır. Sorumluluk  	ister.
 	
 	3- Soy sop ve makam üstünlük sebebi değildir
 	
 	Yaratıcı huzurunda en üstün insan günahtan en çok kaçınan insandır. Takva  	üstünlük sebebidir. Ama takva iç âlemde oluşan bir hal olduğu için dışarıdan  	anlaşılmaz. Mevki, makam, soy, görev, zenginlik, şöhret, itibar, güç, kuvvet  	ve benzeri hiçbir sıfat kişiyi imtiyazlı kılmaz
 	
 	4- Ezilmişin dini, dili, ırkı sorulmaz 
 	
 	Hakkını alamayan veya itilmiş olan kişinin hakkını takip etmek her  	Müslüman'ın görevidir. Dünyanın hangi coğrafyasında olursa olsun zulme  	uğramış kişinin yanında olmak mümine farzdır. Namaz gibi, oruç gibi, hac  	gibi farzdır.
 	
 	Ezilen kişi bir gayrimüslim, ezen kişi ise bir Müslüman olsa, Müslüman  	olmayanın hakkını alıncaya kadar gayrimüslimin yanında olmak dini bir  	görevdir.
 	Ülkemizde veya dünyanın diğer ülkelerinde özellikle genç neslin mazlumlarla  	dayanışma göstermesi, yürüyüşler düzenleyip kamunun dikkatlerini o yöne  	çekmeleri alkışlanacak olaylardır. Elbette kanuni sınırlar içinde kalmak  	koşuluyla. Faraza, Somali veya Etiyopya'daki açlığa veya bir ülkenin işgal  	edilmesine karşı duyarlı olan gençliğin sağ veya sola mensup olması hiç  	önemli değildir. Önemli olan İslam'ın kabul ettiği bu evrensel ve insani  	ilkeyi savunmaktır. Bu açıdan Müslümanlar haklı olarak Filistin'e  	gösterdikleri duyarlılığı Somali veya Etiyopya'daki açlığa gösteremiyorlarsa  	vahiy bilinçlerinde problem var demektir. Ben şu dindaşım olanla beraberim  	ama benim dinimden olmayana yapılan zulme duyarsızım diye düşünüyorsak Hz.  	Muhammed'in (s.a.v.) Hilfu'l fudul dokunuşundan çok uzağız demektir. Ve  	böyle bir duyarsızlık elbette kabul edilemez. İlkeli ve evrensel bir duruş  	sergileyen İslam'ı, çağdaş siyasi ideolojilerle tanımlamak ve özdeş saymak  	yanlıştır. Vahiy ideolojiler üstündedir ve herkesin sığınacağı bir limandır.  	İslam, dalgalı ve hırçın okyanustan kaçan her yolcunun sığınacağı Rabbin  	limanıdır. O limana sığınana dil, vatan, ırk, din, mezhep, meşrep, nesep,  	cinsiyet ve hatta niyet sorulmaz. Gelmişse şayet, kapı açılır ve içeri  	alınır. Niyetler Allah'a sunulur. İnsanlara değil. İnsanlar dilin ifadesine,  	Yüce Allah ise kalbin ifadesine bakar. 
 	
 	İslam'ı, siyasi bir grubun veya oluşumun tekelinde saymak İslam'a yönelecek  	bütün kapıları kapatmaktadır. İslam'ı yalnızlaştırmaktır. Ona yapılabilecek  	en büyük haksızlıktır. Herkes kendini İslam'a mensup hissedebilmelidir.  	İstiyorsa tabii.
 	
 	5- Mülkiyet hakkı mukaddestir
 	
 	Sermayenin zenginler arasında dolaşıp duran bir baskı aracına dönüşmesini  	Kuran onaylamaz. Çünkü, bazen sermaye hakkaniyet sahibi olmayan kişilerin  	elinde olur ve fakirleri parya gibi kullanır. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber  	(s.a.v.) köylünün malını ucuza kapatıp pahalıya satanı karaborsacı sayar.  	Çünkü üretici ve tüketici zarar görür.
 	
 	İslam fıkıhçıları kamu yararına bile olsa bir insanın elindeki malını veya  	gayrimenkullerini kamulaştırmayı ağır şartlara bağlar, dokunulmaz sayarlar.
 	Hz. Ömer (r.a.) bir köylünün arsasını, onun onaylamamasına rağmen elinden  	alıp camiye ekleyen valisini uyarır ve: "Ya adamı razı et veya caminin o  	bölümünü yık" talimatını verir. İslam tarihinde bu tarzdaki kararlar ciltler  	dolusudur.
 	İslam'ın önemsediği nokta, mülkiyetin hangi yolla edinildiği ve zekât gibi  	kamuya ait hakkın çıkarılıp çıkarılmadığıdır. Haram yolla edinilen kapital  	meşru değildir ve sahibi için ahrette vebaldir. Ama alın teriyle mal edinen  	insanın malını hile ve hurda ile elinden almak ve başkasına peşkeş çektirmek  	de altından kalkılması mümkün olmayan bir kul hakkına dönüşür.
 	
 	(NOT: Konumuza devam edeceğiz.)
 	
 	SORALIM ÖĞRENELİM
 	
 	Kuran-ı Kerim'in rüzgârın aşılayıcılık görevi gördüğünü ilettiğini  	duymuştum. Bu bilgi doğru mu? 
 	(Hasan Basri Yolcu / Bitlis)
 	
 	Kuran-ı Kerim'de bu konuda şöyle buyrulmaktadır: "Rüzgârları da aşılayıcı  	olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık". ( Hicr Suresi,  	22. ayet) Bu ayette rüzgârların hem bitkilerin tozlaşmasındaki oynadığı role  	hem de bulutları sürükleyerek yağmuru meydana getirdiği aşılamaya işaret  	vardır.
 	Hz. Süleyman'ın cinleri hizmette kullandığı doğru mudur? 
 	
 	(Tahsin Cemaloğlu / Bolu)
 	
 	Yüce Allah Hz. Süleyman'a cinleri hizmetkâr kılmıştır. Hz. Süleyman Yüce  	Allah'ın verdiği bu mucize gücü ile cinleri değişik ve başarılması zor  	işlerde çalıştırmıştır. Sebe Suresi'nin 12-13. ayetleri bu olayı anlatır.  	Hz. Süleyman'a verilen bu gücün kimseye verilmeyeceği de ayrıca  	belirtilmiştir.