Bizler kendi günahlarımızı görmek istemez, cenneti kendimize yakın başkasına uzak görürüz. Cehennemi de kendimize hiç yakıştırmayız. Oysa ne cennet bize bir adım kadar yakındır ne de cehennem asırlar kadar uzak
Günahlarımızı görmek istemeyiz. Günahlarımız gündeme geldiğinde, başkalarının günahlarından bahsetmek daha da hoşumuza gider. İlgiyi başka yere çekeriz. Aynı günahı işliyor olsak da onlardan dem vurmayız. Başkasının hata ve günahı daha caziptir her zaman. Bahsedilmek anlamında.
Cennete bakışımız da bundan farklı değildir. Cenneti kendimize yakın, başkasına uzak görürüz. "Ben cennete girmesem kim girer ki? Böyle zan ederiz. Kalbim son derece temiz. Önemli olan niyet değil mi? İyi bir yürek taşıyorum. İçimde hiçbir kötülük yok." Böyle savunuruz kendimizi.
Cehennemi de kendimize hiç yakıştıramayız, kondurmayız. "Cehenneme girecek bunca günahkâr varken bizim orada ne işimiz var? Zaten yanacak bu kadar insan varken bize yer de kalmayacaktır belki." Öyle deriz teselli bu ya!
İman konusunda da tavrımız aynıdır. "Ben tam Müminim, sağlam bir imana sahibim, kâmil bir müminim", deriz. Demesek de, dinde zafiyeti olan birini gördüğümüzde içimizden böyle geçer. Allah'a hamd ederiz öyle olmadığımız için. İşte özellikle bu noktanın insaflıca sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Zira yukarıdaki, "günah, cennet, cehennem ve iman" ile ilgili tespitlerimiz; iman noktasındaki aşırı rahatlığımızdan, 'iman ettim' demekle her şeyin bittiğini sanmamızdan ve insanları küçümsememizden kaynaklanmaktadır.
İnsanların imanlarına göre kategorize edilmesi; mümin, münafık, müşrik gibi vasıfların sayılması normaldir. Bu türden farklı inançlara sahip kişilerin her birinin ahiretteki durumlarını, neyi hak ettiklerini dini yönden söylemek de sakıncalı olmasa gerek. Ama 'filanca az mümin, ben ise tam müminim, ondan daha müminim, çok ihlas sahibiyim' gibi hüküm ifade eden tespitler! Esas tehlikeli olan budur. Bu bize hak etmediğimiz bir rahatlığı verirken, başkasını da iman dairesi dışında tutma hatasına itebilir.
KİMSE DİNİ TEMSİL EDEMEZ
İhtiyatlı davranılması gereken kırmızı çizgi bu olmalıdır. Çünkü böyle haksız bir hüküm, muhataplarımızı dinden ve dine ait bütün güzelliklerden uzaklara itebilmektedir. Veya dini temsil ettiğini zanneden birilerinin duyguları, tarzı, hitap şekli, iğnelemesi, toleranssızlığı din hakkında haksız bir karalamanın ve önyargının da yolunu açmaktadır. Nitekim bu tür konuşmalardan, cümlelerden, sohbetlerden, yazı veya vaazlardan dolayı dinden soğudum diyen insan sayısı az mı?
Onlar sorumlu da, onları bu noktaya getirenlerin hiç mi günahı yok? Bu korkunç bir vebaldir. Kimse bunun altına giremez ve girme hakkına sahip de değildir. Çünkü kimse tek başına dini temsil edemez. Belki iyi mümin, hayırlı bir Müslüman, örnek bir şahsiyet olmaya gayret edebilir. Bu kadar. Ötesi yok.
İmanı tartan bir terazi yoktur. 'Müslümanım' diyene, 'hayır değilsin' diyemeyiz. Belki, 'mademki Müslümansın, dine aykırı şeyler söylememen ve yapmaman gerekir' diyebiliriz. Ama elimizdeki değnekle imanı az veya çok olanları sıralayamayız.
Günün birinde sahabeden Hz. Osman bin Maz'un vefat eder. Peygamberimiz (s.a.v.) bir ara eşi için ağlayan Ümmi A'la'nın (r.a.) şöyle dediğini duyar: "O artık bir kuş gibi cennettedir. Mübarek olsun. "İşte bu bir hüküm cümlesiydi. Bunu duyunca Peygamberimiz (s.a.v.) hemen döner ve ikaz eder: "Sen nereden biliyorsun onun cennete uçup gittiğini? Vallahi ben bile Osman'ın nereye gittiğini bilemem. Ben bile bana ve size ne yapılacağını bilemem."
Peygamberimizin "kardeşim" dediği birisi hakkındaki bu ikazı ders verme amacı taşımaktadır. Kendini sorgulamadan, başkasının cehenneme biletini almaya çok meraklılara ders vericidir. Evet, kendimizi Hz. Nuh'un (a.s.) gemisinde, diğer bütün insanları ise tufanda görmenin kimseye faydası yoktur. Çünkü ne cennet bize bir adım kadar yakındır, ne de cehennem bize asırlar kadar uzaktır.
Yani kimse cenneti mezarında hazır beklemesin. Övünüp durmasın. Kimse de kendini cehennemin odunu görmesin. Çünkü kalplerin anahtarı, Yüce Allah'ın elindedir. Bizim hiç gibi gördüğümüz, Allah'ın katında çok kıymetli olabilir. Bizim büyük gördüğümüz ise Allah katında hiç olabilir. Sağlam ve samimi bir iman ve bu imanı güçlendirecek doğru ibadet. Formül bu işte.
BİR AYET
"Sizi huzurumuza yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır. Ancak iman edip yararlı işler yapanlar müstesna! Onlara yaptıklarından kat kat fazla mükafat verilecek ve onlar en yüksek makamlarda kalacaklardır." (Sebe 34/37)
BİR HADİS
Numan bin Beşir'in (r.a.) rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Müminler birbirlerini sevmek, birbirlerine şefkat göstermek ve iyilik yapmakta bir vücut gibidir. O vücudun bir uzvu hastalanırsa, diğer uzuvlar da hastalığın acısını duyar,uykusuzluk ve ateşine iştirak eder." (Buhari Edep 37, Müslim Birr 66)
BİR SEVAP
"Kim geceleyin kalkar, eşini de kaldırır ve birlikte iki rekât namaz kılarsa Allah'ı çok zikreden kimselerin içine yazılır."
BÜYÜKLERİN DUALARI
Hz. Hamza'nın Duası
Allah'ım, senin kudret elinle beni koru. Fazlınla beni rızıklandır. Beni emrine tabi olanlardan kıl. Vasiyetini koruyanlardan eyle. Ey erhamerrahimin, merhametlilerin en merhametlisi.
SORU - CEVAP
Eşim, anne ve babamı ziyaret etmemi yasaklıyor. Buna hakkı var mı?
Eşinizin, anne ve babanızı ziyaret etmenizi engelleme hakkı yoktur. Zira akrabalarla bağı kesmek yasaklanmıştır. Kuran anne ve babaya iyiliği emreder. Bu emre engel olmak büyük günahlardandır.
Teravih namazının mahiyeti ve hükmü nedir?
Teravih namazı, erkek ve kadınlar için sünnettir. Hz. Peygamber (S.a.v.), "Kim inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek ramazan namazını (teravih) kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır" buyurmuşlardır.
Çocuk emziren kadın oruç tutmak zorunda mıdır?
Anne tutmak isterse tutabilir. Fakat kadınların durumuna göre değişir. Doktorun tavsiyesi önemlidir. Bazı kadınların sütü çoksa oruç tutabilir ama az ise tutmayabilir, mecburiyet yoktur.