Öğle namazına hazırlanmış Peygamberimizin (s.a.v.) kabrini de içinde  	bulunduran ‘Mescid-i Seadete' gitmek üzereydim. Kapıyı kapatıp bir müddet  	oturdum. Her ölüm haberini duyduğumuzda söylememiz gereken ayeti hatırladım.  	"İnna lillahi ve inna ileyhi raciun", "Şüphesiz Allah'tan geldik Allah'a  	döneceğiz." Bu ayeti kendi kendime, öğle namazını kıldıktan sonra Hz.  	Peygamber'in (s.a.v.) kabrinin karşısında gıyabında selamını Hz.  	Peygamber'e(s.a.v.) arz ettim. Bunun bir vefa borcu olduğuna inandığım için. 	
 	 	Merhum Erbakan'la birkaç kez görüşmüştüm. Bütün bu görüşmeler siyasi  	mülahazaların dışında başka vesilelerle olmuştur. Bu görüşmelerin sonucunda  	gözlemlediğim bir özelliğinden bahsetmek istiyorum. Bazen siyasi mücadeleler  	kişilerin karakterlerindeki zenginlikleri gizlerler. Şayet imanınız,  	kişiliğiniz, karakteriniz, iç âleminiz siyasi görüşlerinizin ve dünya  	görüşlerinizin önünde değilse samimi olamazsınız, bir mana ifade  	edemezsiniz. İnandırıcı olamazsınız. Hakk'a yönelen tarafınızla halka  	yönelen tarafınız farklı olur. O zaman da münafıklardan olursunuz. Allah  	korusun.  	
 	1995 yılında babam Medine'de vefat ettiğinde merhum Erbakan evimize iki defa  	taziyeye gelmişti. İkisinde de mütevazı bir mümin gibi oturdu ve Fatiha'sını  	okudu. Bir yıl sonra vefatın sene-i devriyesinde davetimiz üzerine yine  	evimize teşrif ettiler. Hatimden sonra dua okunacaktı. Merhum hocamız duayı  	benim okumamı istedi. Duanın bir bölümünde şöyle bir cümle kullandığımı  	hatırlıyorum: "Ya Rabbi! Ölürken bizleri, Medine'de Hz. Peygamber'e   	(s.a.v.) yakın mekânda ölmüşlerin maneviyatından yararlanmış olanlardan  	eyle." Buna yakın bir cümleydi. Bir ara gözlerim merhum hocaya kaydı. Medine  	adını duyunca yanaklarından gözyaşları sızmaya başladı. Sırf Medine'yi  	duymak bile duygulandırıyorsa, derinlere nüfuz etmiş, mermer üzerine  	kazınmış bir aşk var demektir. Bunun anlamı buydu. Ve bir inananı  	değerlendirirken bu son derece önemliydi. Hele çevremizde, belli makamlara  	gelmiş, okuduğu ayetlerin inkâr derecesine, kıskançlık kumkumasıyla çırpınıp  	duran, nefsinin Everest'ine çöreklenmiş bazı sözde din erbabını görünce  	böyle müminlere hasret kalıyorsunuz.  	
 	Merhum Erbakan'ı başbakanken bir de Diyanet'teki ‘Kutlu Doğum' programında  	dinlemiştim. Kürsüde Hz. Peygamber'i (s.a.v.) anlatıyordu. Bir ara John  	Davenport'un Hz. Peygamber'le (s.a.v.) ilgili tespitlerini anlattı.  	Özellikle Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Mekke fethinden sonra Medine'ye  	döndüğünde hayat tarzını hiç değiştirmediğinden, hayatının sonuna kadar  	tabanı kum, tavanı ise hurma dallarıyla örülmüş mütevazı odasında hayatına  	devam ettiğinden bahsetti. Merhum Erbakan, bu konuşmasının sonunu şöyle  	getirdi. "Ve Hz. Peygamber (s.a.v.) bu mütevazı odasında Rabbine kavuştu."  	İşte orada sesi buğulandı. Kürsüde ağladı. Orada seçmen yoktu. Ekran yoktu.  	Propaganda yoktu. Dinin siyasete alet edilmesi, yalan yoktu. Orada mümin bir  	adam vardı. Hz. Peygamber'ine (s.a.v.) aşkını ve hasretini dillendiren bir  	Müslüman vardı. Merhum hocaya saygım o günden sonra daha da arttı.  	
 	Bir dostum, Medine'de Hz. Peygamber'in (s.a.v.) huzurunda -sanıyorum 1997  	hac ziyaretiydi- hocanın ziyaret boyunca Peygamberimizin kabrinin önünde  	başını bir defa dahi kaldırmadan dakikalarca durduğundan bahsetmişti.  	Ziyaret sırasındaki engin edebinden bahsetmişti. 	
 	Birkaç kez, yaptığım televizyon programından çok memnun olduğunu ağabeyime  	iletmişti. Bana bu selamı ve duası ulaştı. Geçen sene son bir kez görüştük.  	Bir milletvekili dostumuzun evindelerdi. Hayli yaşlandığını biliyordum.  	Görmek istedim. Duasını alayım dedim. Çok nazik ve edepliydi. Odaya  	girdiğimde bütün rahatsızlığına, ilerlemiş yaşına rağmen benim ilahiyatçı  	vasfıma hürmetinden yerinden kalkmak istedi. Fırsat vermedim.  	
 	Benim için merhumun bu özellikleri diğer vasıflarının çok önündeydi. Çünkü  	samimi mümine o kadar hasret kaldık ki. Çünkü affedici, toleranslı insanlara  	o denli uzak düştük ki. İşte geçen haftaki umre ziyaretimde, hocanın  	vefatını duyduktan sonra Peygamberimizin kabr-i şerifinden Medine  	Mezarlığı'na doğru yürürken bütün bunları düşündüm. Ölümden sonra neyle  	anılacağınız önemli. Halkın arkanızdan nasıl şehadette bulunacağı önemli.  	Yüce Rabbin sizi nasıl karşılayacağı önemli. Birkaç gün önce de Konya'nın  	eski müftüsü Tahir Büyükkörükçü hocamızın vefat haberi geldi. Tahir hoca,  	değerli bir İslam âlimi, iyi bir hatip olmanın yanı sıra Mevlânâ'yı ve  	Mesnevi'yi çok iyi hazmetmiş bir gönül insanıydı. Makamı kadar yaşayan,  	makamıyla anılan insanlardan değildi. Makamını onurlandıranlardandı.  	Çevrenize bir bakın, böyle kaç insan bulabiliyorsunuz? Ben hayatım boyunca  	oturduğu makamı nefsi için kullanan insanlar gördüm. Şahsi beklenti ve  	egolarını tatmin etmek için idare ettiği insanları ezenleri gördüm. Kendi  	meslek erbabım içinde fazlaca gördüm. Peki akıbetleri ne oldu! Mutlaka zarar  	verdiklerinin bedduasına uğradılar. Ya bu dünyada ya da öteki âlemde  	karşılığını görürler. Meşhur bir ifadedir: Küfür kıyamete kadar devam eder  	ama zulüm devam etmez. Yüce Allah mühlet verir zamanına, anına bırakır. Ama  	asla ihmal etmez. Unutmaz. 	
 	* * * 	
 	8 Mart'ta kadın haklarıyla ilgili konular yeniden masaya yatırıldı. Bütün  	dünyada maalesef en çok baskı gören, horlanan, tacize uğrayan, şiddete maruz  	kalanlar kadınlardır. Bu konuda hepimizin hiçbir erteleyici gerekçeye  	sığınmadan elbirliğiyle kadınların yanında olması gerekir. İslam kadına  	uygulanan hiçbir şiddeti, tacizi, baskıyı onaylamaz. Hz. Peygamber (s.a.v.)  	"İçinizde ailesine en iyi davranan benim. Hayatımda hiçbir kadına el  	kaldırmadım" derlerken kadına şiddetin en büyük günahlardan olduğunu deklare  	etmiş bulunuyorlar. Hiç kimse bazı yanlış geleneklerden kaynaklanan  	hastalıkları İslam'a yamamalı. Ve yine kimse dini referans gösterip de  	eksikliğinin ve acizliğinin hıncını kadından çıkarmamalıdır.
 	SORALIM ÖĞRENELİM
 	- Tefsir ne demektir? Tefsirler arasında fark var mı? / (Tuna  	Sorgu / Yozgat)
 	Bilindiği gibi Kuran-ı Kerim 23 senelik bir zaman dilimizde  	Peygamberimize Yüce Allah tarafından gönderildi. İnen bu ayetlerin farklı  	yönlerinin açıklanması ile ilgili bilim dalına tefsir denir. Tefsirler  	arasında ağırlık konusuna göre farklılıklar olabilir. Tefsir kitapları,  	fıkhi tefsirler, rivayet tefsirleri, tasavvufi tefsirler, sosyal içerikli  	tefsirler, ilmi tefsirler gibi farklı branşlarda tefsirler vardır. Mesela  	İbni Kesir'in tefsiri rivayet-hadis ağırlıklı tefsirlerdendir. Kurtubi Fıkhı  	ağırlıklı tefsir sayılabilir. Buna ait örnekleri tefsir usulü kitaplarda  	bulabilirsiniz. Elmalılı Hamdi'nin tefsiri bu anlamda rahatça  	yararlanacağınız tefsirlerden sayılır.
 	
 	- "Rahman arşa istiva etmiştir." (Taha, 5) ayetini kısaca  	açıklayabilir misiniz? / (Celal Kurt / Bingöl)
 	Rahman, her türlü nimeti veren Yüce Allah anlamındadır. Arş;  	kudret, azamet, yükseklik gibi anlamlara gelir. Burada; Allah'ın kudret ve  	hâkimiyetiyle bütün varlığı kontrolü altına aldığı vurgulanıyor. En büyük  	sultanlar belli zamanlarda iktidar sahibi olabilirler. Rahman olan Allah ise  	sonsuza kadar iktidar sahibidir. İnsanlar muktedir iken de esas muktedir  	olan Allah'ın gücüdür. Ayet buna işaret eder. Buradaki istiva, kuşatmak  	anlamındadır. Hâkimiyetine almak anlamındadır. Buradaki ifade, fiziksel bir  	temas anlamında değildir.